Translate

24 Haziran 2017 Cumartesi

Ağlamak Faydalı Mıdır ?

Gözyaşı temelde üçe ayrılıyor. Bunlardan birincisi devamlı olarak üretilen gözü nemlendiren ve koruyan bazal gözyaşı, ikincisi biyolojik olarak farklı olan gözün temizlenmesi için salgılanan refleks gözyaşı, üçüncüsü ve en ilginci mutlu, üzgün, acı içindeyken veya güçlü hislere kapıldığımız anlarda akan duygusal gözyaşıdır.

Bu gruplar Fisher’ın yaptığı mikroskobik çalışmalarda enteresan bir şekilde gözlenmiş.Yani gözyaşlarımız aslında yapısal olarak da gruplarına göre farklılıklar gösteriyor.


Ağlamak üzgün olduğumuz zamanlarda sıklıkla karşılaştığımız bir durumdur. Peki, neden duygulandığımız zamanlarda ağlıyoruz? Yapılan araştırmalar gösteriyor ki aslında üzgün olduğumuz için değil, üzgün olmayı atlatmak için ağlıyoruz.
Yapılan kimyasal analizlerde, duygusal gözyaşının içinde bulunan lösin enkefalin adlı maddenin doğal ağrı kesici rolünü üstlendiği belirlenmiş. Buna bağlı olarak da duygusal gözyaşı vücudumuzda  stres durumunda salgılanan kimyasalların seviyesini düşürerek stres seviyesini de dengelemiş oluyor. Ayrıca duygusal gözyaşının içinde serotonin (insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren madde) ve prolaktin (süt üretimini düzenleyen hormon) gibi maddeler bulunduğu da biliniyor.
Ağlarken beynimizde neler oluyor?
Japonya’da 2008’de yapılan bir deneyde, insanlara acıklı bir film izletip duygulandıklarında beyinlerinin prefrontal medial korteksi (dış dünya ile ilgili algılar, dünya hakkındaki düşünceler, bedenin kendisindeki olaylar hakkında bilgisinin olduğu bölge) aktifleşmesinin arttığı, ağlamaya başladıklarında ise bunun üzerine keskin bir artış daha olduğu izlenmiş.
Şöyle bir bakacak olursak her olayda sistemli bir şekilde çalışan beynimizin duygulanıp ağladığımızda bile bundan ödün vermediğini muhteşem bir şekilde görüyoruz.

 Kaynak: nbeyin.com.tr

Sevgiyle ve Sağlıcakla kalın

Tülay Okcu

23 Haziran 2017 Cuma

Akıllı Telefonlar Ve Sosyal Medya Bağımlılığın Yarattığı Psikolojik Rahatsızlıklar

Akıllı telefonlar bedenimizin uzantısı haline gelmiş durumda, çoğumuz sabah gözümüzü açar açmaz ilk olarak sosyal medyaya bakarız. Ama gelişmelerden uzak kalmamak adına yapılan bu masum takipler sayesinde nur topu gibi yepyeni psikolojik rahatsızlıklar da gelişti. Bakalım bunlar nelermiş:

FOMO

İnternetteki gelişmeleri takip edememe, kaçırma korkusu. Belirtileri de şöyle: sürekli sayfa yenileme isteği, sosyal medya arkadaşların durumlarından haberdar olma isteğine karşı koyamama, sosyal medyada online olmadığı zamanlar kaygılı hissetmek, paylaşımlara yeteri beğeni gelmediğinde ruhsal çöküntü, arkadaş ve aile ortamında minimum seviyede diyaloglar. Sürekli internet üzerinden mesajlaşmak insanları sosyal hayattan uzaklaştırıyor. Uzmanlar bu gelişmeleri "Başparmak Nesli" olarak değerlendiriyor.

NOMOFOBİ

İngilizceden gelir: "No Mobile Phonia", yani cep telefonu yoluyla iletişimin kesilmesi kaygısı. Kişi telefondan haber alamamaktan korkar ve panikler. Bu paniğin yanında nefes darlığı, titreme, baş dönmesi olabilir. İnsanların yaklaşık 55% telefonu kaybetme veya batarya biterse ulaşılamaz haline gelme endişesi taşır.

SOSYAL MEDYA DEPRESYONU

Depresyon ve sosyal medya üzerine yapılan araştırmaya göre sık ve uzun süre boyunca sosyal medya kullanan kişilerin depresyona daha yatkın olduğu ortaya çıktı. Özellikle genç yetişkinlerde idealize edilmiş paylaşımlardan dolayı kıskançlık yaşanabiliyor. Maddi manevi yoksunluk hissedip, kendisinden başka herkesin daha mutlu olduğunu düşünebiliyor. Sosyal medya kullanımı internet bağımlılığını tetikleyebiliyor.

Sağlıcakla ve Sevgiyle kalın


Tülay Okcu

16 Haziran 2017 Cuma

Neden başkasının acısını, kendi acımız gibi hissederiz?

Neden film izlerken acı çeken bir çocuğun acısını paylaşırız, hüzünleniriz? Neden gözümüz önünde acı çeken bir hastanın yanında biz de o acıyı çekiyor gibi oluruz veya korku filmlerinde doğranan bir ceset gördüğümüzde adeta kendi bedenimiz kesiliyormuş gibi bir hisse kapılıp ürkeriz.. Veya eşler ne oluyor da eşinin canı sıkkın olduğunda bunu hemen algılayabiliyor ya da bir çocuk nasıl oluyor da babasında gördüğü kompleks bir davranışı kolayca taklit edebiliyor.


Tüm bu süreçlere cevap olacak şekilde İtalyada Parma Üniversitesi’nden Giovanni Rizzolatti, Vittorio Gallese ve ekibi 1996 yılında, makak maymununun beyninin ön lobunda ‘ayna nöron’ adını verdikleri değişik bir motor nöron hücresi keşfettiler..
Bu keşif insan davranışlarını anlamada çok önemli bir yere sahiptir. Yine bu keşfin ne kadar önemli olduğunu V.S.Ramachandran “Ayna nöronlar bilim dünyası için DNA’nın keşfinden daha önemli bir aşamadır” diyerek ifade etmiştir.
Bu keşifle insan psikolojisini ve davranışlarını anlayabilmek ve açıklayabilmek için nörobiyolojik temellerin ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu.
Ayna nöronlar, temel olarak karşımızdakinin duygularını anlamaya, düşüncelerini ve davranışlarını kestirebilmeye, insanların kompleks davranışlarını taklit edebilmeye ve yorumlamaya yarayan özel nöronlardır. Ayrıca günlük hayatta kullandığımız empati kavramının nörobiyolojik tanımıdır diyebiliriz.
Bilim insanları beynimizin bazı olayları otomatik olarak fark ettiğini veya başkalarının davranışlarını taklit ettirdiğini biliyordu, fakat beynimizin bunu nasıl yaptığını ayna nöronlarının keşfiyle açıklamış oldular.
Kaslarımızı kullandığımızda yani herhangi bir hareket yaptığımızda beynimizde bulunan motor nöronların uyarıldığını biliyorduk ama ayna nöronlar bize başka bir gerçeği göstermiş oldu. Aslında o hareketi başka biri yaparken onu izlediğimizde de ayna nöronlar uyarılıyor. Örneğin, karşınızda acı çeken bir çocuk gördüğünüzde ayna nöronlar devreye girer ve siz sanki acı çekiyormuşsunuz gibi hisseder ve hüzünlenirsiniz. Bir arkadaşınız başarılı bir işe imza attığında siz de onun gibi sevinirsiniz ve sevincini paylaşırsınız.
İnsanların ne hissettiklerini anlayabilmek aslında onların davranışlarını izlememizde yatıyor. Bu noktada ayna nöronlar kişiler arası etkileşim ve iletişimimizde de önemli rol oynuyor. Empatik becerileri gelişmiş bireylerin toplumda daha kolay ve sağlıklı iletişim kurmasının temeli de yine ayna nöronlarından kaynaklanmaktadır.
Böylece ayna nöronlar insan davranışları ve psikolojisinden bir çok sosyal duruma kadar açıklık getirmiştir. Son derece önemli bir gelişme olarak tarihe geçmiştir.
Doç. Dr. Sinan Canan’ın tarif ettiği gibi hepimizin mutfağında bulunan malzemelerden yapılmış 1.4 kg ağırlığında evrendeki en karmaşık yapıyı anlamaya çalışıyoruz. Bu son derece kompleks yapı bizi hayret ettirmeye devam ediyor.
Hayret edin! Hayret yeteneğinizin kaybolmasına izin vermeyin. Evrendeki en büyük ziyanlardan biri de hayret yeteneğini kaybetmiş bir beyindir.
Kaynak: nbeyin.com.tr

Sevgi ve Sağlıcakla kalın
Tülay Okcu



10 Haziran 2017 Cumartesi

Öfkeli olmak neden hoşuma gidiyor?



Bir şeylere öfkelendiğimde bundan hoşlandığımı fark ettim. Sinirlendiğimde sakinleşmek istemiyorum. Kızmama neden olan şey ortadan kalktığında bile öfkem geçmiyor....
Öfke duygusuna yol açan pek çok sebep var. Öfkemizin altında yatan kırgınlık, suçluluk, güvensizlik, güçsüzlük ya da aldatılmışlık hissidir. Bazı durumlar karşısında öfkelenmek normal bir tepki iken kızgınlığınızın devam ettirmek sağlıklı değildir. Bu tutum depresyon da dahil olmak üzere pek çok psiklojik ve fiziksel rahatsızlığa sebep olur.
Öfke çok güçlü bir duygudur ve yüzleşmek ya da sorgulamak istemediğimiz birtakım hislerinizi bastırmanıza  yardım eder. Söz konusu olan duygusal boşluk olabilir. Bu durumda öfke kendinizi daha canlı hissetmenizi sağlar. İçinizdeki boşluğu doldurmanın tek yolu olarak öfkeyi görebilirsiniz. . Öfke, hissetmenizi ve bir şeyi tutkuyla istemenizi sağlar. Kendinizi motive etmek için acı duymaya gereksiniminiz vardır. Başkalarının sizi dinlemelerini ve saygı duymalarını sağlamanın tek yolu öfkelenmek olduğunu düşünüyorsunuz. Ancak sinirlendiğinizde ciddiye alındığınızı düşünüyorsunuzdur.


ÖFKENİN BAŞKA DUYGULARI MASKELEYİP MASKELEMEDİĞİNİ İNCELEYİN
Öfkelendiğiniz hangi olay veya durum bunu tetikliyor? Öfkelenmeden hemen önce ne hissettiğinizi tam olarak tespit edin. Öfke kırgınlığınızı, yetersizlik hissinizi, suçluluk duygusunu ya da endişelerinizi mi bastırıyor? Bunlar yüzleşmediğiniz duygulardır ve siz de öfkenizi bir savunma mekanizması olarak kullanarak bu duyguları bastırırsınız.
ÖFKENİN TEMELİNDE ENDİŞE VARDIR
Öfkelenmeniz için önce korkmanız gerekir. Korkunuzun kaynağını araştırın. Korkunuza yakından bakın ve tarafsız bir gözle inceleyin. Artık olumsuz duygularınızdan daha fazla kaçmayın; bunlarla dürüstçe yüzleşin. Öfkenizin kaynağını anladığınızda, üzerinizdeki etkisi ortadan kalkacaktır.
Heyecanı başka yollarda arayın. Önce dibe vurup, sonra dramatik bir şekilde durumu kurtarmak size etkileyici gelebilir. Bir kez daha düşünün. Yıllar boyunca, aslında kaçabileceğiniz durumlardan kaçmayarak gereksiz yere acı çektiniz.Gerçekten bu şekilde yaşamaya devam etmek istiyor musunuz? Başkalarının sizi dinlemesini sağlamanın yolu kaba saba davranmak değildir. Aslında herkes kaba güç gösterisinin korkaklık olduğunu bilir. Hiçbir şey, alçak sesle fakat kendinden emin bir şekilde söylenmiş sözler kadar etkili olamaz.
Güç, tutku ve cesareti örnek alın, öfkeyi değil. Saldırganlık ile iddialı olmak arasındaki farkın bilincine varın.

Kaynak: David J. Lieberman,  Anında Analiz

Sağlıcakla ve sevgiyle kalın
Tülay Okcu


9 Haziran 2017 Cuma

Kalsiyum eksikliğinin zaraları

Beden sağlığı açısından en önemli minerallerden biridir kalsiyum. Vücudumuzda bulunan kemik yapısının ve dişlerin sağlıklı bir şekilde ayakta kalmasını sağlar. Her birey kalsiyum gereksinimi karşılayacak derecede kalsiyum içeren besinler tüketmeye özen göstermelidir. Vücuda alınan kalsiyum öncelikle kemiklerde depolanır. Ve uzun süreli kalsiyum alınmaması durumunda, vücudumuz kemiklerde depoladığı kalsiyumdan kullanmaya başlar.

Bu durumun uzun süreli olması, kemiklerin güçsüzleşmesine ve vücudun olumsuz şekilde tepkimeler vermesine yol açar.
Kalsiyum eksikliğinin zararları, yaygın olarak bilindiği gibi sadece diş çürükleri ve kemiklerin kolay kırılması ile sınırlı değildir. Aynı zamanda yeterli miktarda kalsiyum ihtiyacı karşılanmadığında, kaslar üzerinde, sinir sistemi üzerinde ve kalbin düzenli çalışmasında olumsuz etkiler meydana getirebilir.
Kalsiyum eksikliğinin zararlarından bir diğeri ise kanın pıhtılaşmasında oynadığı büyük rolden vücudu mahrum bırakmasıdır.
Özellikle çocuklar için kalsiyum çok önemlidir. Çocuk gelişiminde kalsiyum ihtiyacının tamamıyla karşılanması gerekmektedir. Aynı şekilde gebe bayanlar ve bebekler içinde kalsiyum eksikliği zararlara yol açabilmektedir. Örneğin bebeklerde gelişim bozukluklarına neden olabilir.
Kalsiyum eksikliğinin zararları vücudumuzda hani hastalıklara yol açar? Başlangıçta kemik erimesi, eklem ağrıları, el ve ayaklarda ağrılar, uykusuzluk, sinirlilik, kalp çarpıntısı, yüksek tansiyon, depresyon gibi hastalıklara neden olmaktadır.

Kalsiyum eksikliğinin zararları olduğu gibi, kalsiyumun fazla alınmasının da zararları görülmektedir. Kemiklerde kireçlenme ve böbrek taşı gibi sağlık sorunları ortaya çıkabilmektedir.
En fazla kalsiyum içeren besinler süt ve süt ürünleridir. Buna bağlı olarak sebzelerde de kalsiyum bulunmaktadır. Fındık, fıstık, keçiboynuzu ve balıkta kalsiyum içeren besinler arasındadır.
Kalsiyum eksikliği belirtileri başladığında doktora başvurmanızda ve tedavi için destek almanızda büyük fayda vardır.
Kaynak:  saglik.zararlari.com
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın
Tülay Okcu




Magnezyum eksikliği belirtileri


Bu sorun, magnezyumun kan tahlillerinde gözükmemesi nedeniyle genelde tanı koyulması zordur . Magnezyumun sadece %1’i kan akışında saklanmaktadır. Ayrıca, doktorların çoğu magnezyum düzeyini tahlillere eklemez ve bu nedenle magnezyum eksikliğine sahip olup olmadığınızı bilemezsiniz.

Amerika Birleşik Devletleri gibi sanayileşmiş ülkelerdeki çoğu insanda magnezyum eksikliği olduğu ancak bundan çok az insanın haberi olduğu düşünülmektedir. Bu eksikliğin beraberinde birçok hastalığı getirebileceğini not etmekte yarar vardır.


MAGNEZYUM EKSİKLİĞİ HAKKINDA BİLMENİZ GEREKENLER
Magnezyum su, oksijen ve temel besinlerden sonra vücudumuzdaki en önemli minerallerden biridir. Bu, vücudun gelişimi açısından, her üçünün düzenlemesinden sorumlu olduğu için kalsiyum, sodyum ve potasyuma göre daha önemli olmaktadır.
Magnezyum eksikliğinin en yaygın belirtilerinden biri aşırı susama ve her gün bol miktarda su veya sıvı tüketimi olmaktadır. Bunun nedeni, vücudunuzun gıdadan gerekli besinleri almaması ve vücudunuzun bunu hidrasyon isteğiyle ifade etmesidir.

Magnezyum eksikliği uyku döngülerinizi bozabilir, stresi arttırabilir veya atletik yeteneklerinizi azaltabilir. Bu, her şeyden fazla yaşam kalitesini etkilemektedir. İlk belirtiler neredeyse algılanmayacak kadar hafiftir. Ardından bacak ağrıları, ayak ağrıları veya kaslarda sancılar gibi daha hassas bir seviyeye ulaşmaktadır. Belirtiler ağırlaştıkça hissizlik, kasılma, sık sık karıncalanma ve aşırı durumlarda koroner spazmları, kişilik değişikliği ve anormal kalp atışları deneyimlenmektedir.
Magnezyum eksikliği özellikle kaslar olmak üzere vücudunuzun bütün organlarını etkileyebilmektedir. Bu nedenle bol miktarda ağrı, gerilme, kasılma veya spazm deneyimleyebilirsiniz. Çene ekleminde bozukluklar, baş ağrıları veya nefes zorluğuna neden olan göğüs sıkışması da gerçekleşebilmektedir.
Bu aynı zamanda kabızlık, adet krampları, idrar yaparken spazmlar, yutkunmada güçlük, ışık hassasiyeti, sese karşı aşırı duyarlılık, sinir sisteminde etkilenme, uykusuzluk, anksiyete, panik atakları, hiperaktivite, agorafobi, PMS, karıncalanma hissi ve kararsızlığa neden olan kas kasılmalarına neden olmaktadır.
Kalp ve damar sistemine istinaden, magnezyum eksikliği aritmi, çarpıntı, göğüs ağrısı (anjin), arterlerde spazm, hipertansiyon ve mitral kapak sarkmasına neden olabilir.

MAGNEZYUM NİÇİN BU KADAR ÖNEMLİDİR?

Vücudunuzun tüm işlevlerini yerine getirebilmesi için magnezyuma ihtiyacı bulunmaktadır. Hücreler magnezyum sayesinde hayatta kalırlar. Magnezyum enzimlerin çalışması için gereklidir ve proteinleri, karbonhidratları ve yağları sentezlemektedir. Ayrıca enerji üretimi açısından da önemli bir role sahiptir. Kısacası, bir magnezyum eksikliği vücudun tüm sistemlerini etkilemektedir. Bol miktarda magnezyum içeren su, bu eksikliği giderebilmektedir.
Bu mineral eksikliğinin ayrıca Diyabeti tetikleyebileceğinin de not edilmesinde yarar vardır. Bazı araştırmalara göre, magnezyum eksikliği olan hastalar kan şekeri üretiminde sorunlara karşı daha yatkın olmaktadır.


GÜNLÜK DİYETE NASIL MAGNEZYUM KATABİLİRİM

Önerilen günlük magnezyum miktarı erkekler için 300 miligram ve kadınlar için 280 miligramdır. Hamile kadınlar 350 miligram tüketmelidir. Magnezyum başlıca fındıklarda (badem, kaju, ceviz veya benzeri) ve bakliyatta (bezelye gibi) bulunmaktadır.
Magnezyum açısından zengin bir günlük rejimi aşağıdaki şekilde uygulayabilirsiniz:
Kahvaltı: Düşük yağlı süt içeren çay ve iki dilim kepekli ekmek/tost.
Ara öğün: 10 adet fındık veya 10 adet badem
Öğle yemeği: Bir fincan çiğ ıspanak, 120 gram doğal ton balığı ve 1 fincan tam tahıl pişmiş pirinç. Tatlı için iki adet doğranmış ceviz içeren hafif bir turta.
Ara öğün: düşük yağlı süt, tahıl ve bir elma
Ara öğün: Bir avuç dolusu kuru üzümle birlikte 2 adet pirinç veya yulaf ezmesi kurabiyesi.
Akşam yemeği: Tavuk göğsü, pazı püresi ve domates ve salatalık salatası. Tatlı için yarım fincan çilek.

Kaynak: sagligabiradim.com
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın
Tülay Okcu

8 Haziran 2017 Perşembe

AFFEDİCİ OLMAK NİÇİN ÖNEMLİ?


Affedici olmak, kendimize ve başkalarına yönelttiğimiz negatif enerjiden kurtulmaktır. Bu basit görünse de uygulaması o kadar kolay olmayan bir şeydir.  Her zaman affetmeye hazır olamayabiliriz. Öfkemiz dinmemiş, yaramız çok acı vermeye devam ediyor olabilir. Ya da size yapılanların affedilemez olduğunu, affetmeniz durumunda, yapılanların yapanın yanına kar kalacağını, bunun duygularınızı yok saymak anlamına geleceğini düşünüyor olabilirsiniz. Böyle hissediyor olmanızda bir gariplik yoktur. Bunlar da duyulması, hissedilmesi gereken duygulardır.


Ancak affedici olmak iyileşmek açısından hayati önem taşır. Bir başka deyişle, 
iyileşme ve affetme birbirlerine bağlıdır. Affedici olmadığımız sürece bir parçamız geçmişte takılı kalır, bütünlüğümüzü sağlayamayız.

Acılara takılıp kalmak içimizdeki öfkenin artarak sürmesine yol açar. Oysa böyle davranmakla sadece kendimize zarar vermiş oluruz. Affedici olmadığımız sürece içimizdeki bizi yiyip bitiren, kalbimizin çevresine duvarlar örülmesine yol açan suçluluk duyguları ve yaralar varlığını sürdür. Bu da geçmişe takılıp kalmamıza ve değişme becerimizi yitirmemize yol açar. Affedici olmak ise kapıları ardına dek açar. Baraj kapılarının açılmasıyla enerjimiz özgürce akmaya başlar., bunun sonucunda da  kendimizi hafif ve özgür hissederiz. Affedici olmak, "Kendimi seviyorum; bu nedenle acı çekmeye, bu acıyı taşımaya devam etmek istemiyorum" demektir.
Affedici olmak, yaşanılanları affetmek anlamına gelmez. Yapılanların kötülüğünü ortadan kaldırmaz. Yaşanılan hiçbir şeyi değiştirmez zaten. Ancak çekilen acılar genellikle affedici olmaya direnmemize neden olur. Çünkü affedersek acı çekmek bahanelerimizden de vazgeçmiş oluruz. Suçlayacak kimse kalmaz. Oysa her zaman için başkalarını suçlamak, içinde bulunduğumuz durumu kabullenmekten daha kolay gelir. Affetmeyerek , değişmemek için  mükemmel bir bahane bulmuş oluruz. Bu yolla kurban rolünü oynamaya devam edebiliriz. Oysa bu acıya takılıp kaldığımızda bize acı çektiren insanla ilişkimizi sürdürerek, bu düşüncenin duygularımızı ve tavrımızı belirlemeye devam etmesine izin veririz. Geçmişte yaşadığımız acıları her gün yeni baştan yaşarız. Bu nedenle, kurban rolünü oynamaktan vazgeçmek, bu nefreti aşabilmek, bizim yararımızadır.
Affedebilmek geçmişle hesabımızı kapatmamızı, bu yolla ilerlemeye başlayabilmemizi sağlar. Başkalarını affedebilmek önemlidir, ancak kendimizi affedebilmemiz de en az onun kadar önemlidir. Kendimizi affetmemiz, kendimizi olduğumuz gibi, tüm hatalarımızla, zayıflıkarımızla kabul edebilmemiz anlamına gelir. Kendimizi ne kadar affedebilir, acılarımızdan kurtulabilirsek, başkalarına karşı da o kadar affedici olabiliriz.  

Kaynak: Debbie Shapiro Bedeninizi dinleyin                      

7 Haziran 2017 Çarşamba

Olumlu Düşüncenin Gücü


Hayat bir aynadır.  Siz ona gülümserseniz, o da size gülümser. 
Yaşamını iyileştirmek isteyen herkes ilk önce olumlu düşünmeyi öğrenmelidir.  Çünkü, düşünceler inançları, inançlar davranışları, davranışlar da çevre ile etkileşimi belirler.
Zihni sağlıklı olanların, bedenleri de daha sağlıklı olur.  Dolayısıyla, olumlu düşünce hayatın kalitesini ve süresini de artırır.

Olumlu düşünce yeteneği öğrenilebilecek bir yetenektir.  Bu yeteneği geliştirmek için başkalarının deneyimlerinden faydalanmak etkili bir ilk adım olur.  Dolayısıyla, çevredeki iyimser insanları belirleyip, onları örnek almak olumlu düşünce yeteneğini geliştirmeye yardımcı olur.
Olumlu düşünme yeteneğini kazanmak için insan öncelikle kendisiyle barışık olmalıdır.  Bunun için düşüncenin, söylemlerin ve eylemlerin tutarlı olma gereğini hiç unutmamalıyız.   Bu tutarlılık gösterilmediğinde hem  toplumun güveni yitirilir, hem de insanın iç huzuru zedelenir.
En acımasız kritiği insanlar çoğu zaman kendileri yaparlar.  Hatasız kul olmaz.  Yapılan hataları eleştirmek yerine, kendini geliştirme fırsatı olarak görmek daha yapıcı sonuçlar verir.   Olumlu düşünmek, hataları reddetmek değil, onları  birer iyileştirme fırsatı olarak görmek demektir.  Olumlu düşünmek, hataların bir daha ki sefer nasıl önlenebileceğini düşünmek ve bunun için plan yapmaktır.
Bu yaklaşımı çevrenizdekiler için de uygulamak, insanların sizinle daha olumlu bir etkileşim kurabilmesine yardımcı olur.  Bir adada tek başına yaşamanın güçlüğünü göz önüne getirdiğimizde çevremizle etkileşimin hayatımızın ne kadar önemli bir parçası olduğunu daha iyi anlarız.  Bu etkileşimin kalitesini artırmak, hayat kalitemizin de artırılmasına yardımcı olur.
Olumlu düşünebilmek için cümlelerinizden olumsuz kelimeleri silmeye çalışın.  Bu yaklaşım, her olayın olumlu yönlerini görebilme yeteneğini geliştirmeye de yardımcı olur.  Çünkü kelimeler, düşünceyi ve inançları tetikler.
Hayata yaklaşımda sorumluluk almak, ancak esnek bir yaklaşımı benimsemek olumlu yaşam için önemli bir girdidir.  Hayatta ulaşmak istediklerimizin kendiliğinden gelmeyeceğini, geleceği şekillendirmek için bugünden çaba gösterilmesi gerektiğini kavramalıyız.  Ancak, geleceği şekillendirmenin, geleceği belirlemek manasına gelmediğini de anlamalıyız.
Dolayısıyla, zihinsel açıdan sağlıklı olabilmek için gerçekleri kabullenmeyi de öğrenmek gerekir.   Ancak, gerçekleri kabullenmek, onlara boyun eğmek demek değildir.  Önemli olan gerçekleri görmek ve onlardan değiştirebilecek olduklarımız için yapıcı eylemlerde bulunmaktır.
Olumlu düşünmek ve olumlu yaşamak için insan kendine ve çevresine güvenmelidir.  Hayatı sadece onu değiştirebileceğine inananlar iyileştirir.   Kendine ve çevresine güvenen, inançlı ve azimli insanlar hayatın kalitesini geliştirir, kendileri ve çevreleri için mutluluk kaynağı olur.
Dünyada iki büyük güç vardır: biri korku, diğer iise inançtır. Olumlu düşünebilmek için insanın korkularını da yenmesi gerekir.  Korkuları yenmenin en etkili aracı ise inançtır.
Tanrıya inanmak hayatta değiştiremediklerimiz karşısında iç huzuru bulabilmeyi sağlar.  Değiştirmek istedikleriniz için elinizden gelen çabayı gösterdikten sonra hayırlı bir sonuç beklentisiyle tanrıya havale etmek stresi azaltır ve daha sağlıklı bir hayat yaşamaya fırsat tanır.
Düzenli olarak fiziksel ve ruhsal egsersiz yapmak insanda olumlu düşünceyi, sağlıklı ve dengeli yaşamı geliştirir.
Yaşam ulaşılan sonuçlar değil, istenilene ulaşmak için yürüttüğümüz süreçtir.  Bu süreçte bilinçli çaba göstermek, tutarlı olmak, çevremize güven vermek ulaşılan sonuçlardan çok daha büyük mutluluk kaynağıdır.
Bu süreçte en önemli ve kalıcı kazanımlardan biri de elde edilen sonuçlar değil, öğrenimlerdir.  Öğrenmek için  sürekli bir çaba göstermek gelişmenin temelidir.   Bu çaba gerçekleri kabullenme ve aynı zamanda onları değiştirme gücünü kazanmak için faydalıdır.
Yaptığı işe inançla sarılan kişiler büyük bir çoşku ile çalışırlar.   Bu coşku onları başarıya ve olumlu etki yapmaya taşır.  Bu nedenle insanın sevdiği konulara eğilmesi büyük önem taşır.
Hayatta en demokratik olarak dağıtılmış kaynak zamandır.  Herkes için gün 24 saattir.  Zamanı iyi kullanmak ve ileride değişmesini istedikleriniz için önceden adımlar atacak cesaret ve uzak görüşlülüğü göstermek insanın olumlu düşünce yeteneğini de geliştirir.
Olumlu düşüncenin temelinde sevgi yatar.  Olumlu düşünebilmek için insanları sevmek, onlara birşeyler kazandırabilmenin heyecanını yaşamak gerekir.  Kendini iyi hissetmenin yolu, içten bir duyguyla başkalarına yardım edebilmektir.
Hayatta iki değer var ki, paylaştıkça artıyor: sevgi ve bilgi.  Sevgisini ve bilgisini paylaşan insanlar en büyük zenginliğe kavuşan insanlardır.
Hayatta mutluluk olumlu düşünce ile başlar, olumlu söylem ve eylemlerle gelişir, paylaşılan sevgi ve bilgiyle doruğa erişir.
Dr. Yılmaz Argüden


Biberiye Yağının Faydaları

Biberiye yağı içeriğinde antioksidan ve vitaminler bulunan bir yağdır. 16.yüzyılda romatizmal ağrılarda ve yaraların iyileştirilmesinde kullanılan yağın, dahilen kullanılmaması gerekir. Saçlarda ve ciltte oldukça olumlu etkileri bulunmaktadır. Bu yağı hamilelik döneminde olanların ve hiper tansiyon hastalığı bulunanların kullanması önerilmemektedir. Biberiye bitkisinin yapraklarından buhar distilasyonu ile üretilmiş olan bir yağdır. Son derece etkili olduğundan kullanım miktarı için, bir uzmana danışmanızı öneririz. Bu yağın koklanması bile faydalı olacaktır.

Biberiye yağının saçlarda kullanımı nasıl olur?
Bu yağı kullandığınız şampuana ve saç kremine ilave edebilirsiniz. Şampuana katacağınız 10-15 damla yağ saçlarınıza faydalı olacaktır. Saçınıza maske uygulamak isterseniz, zeytinyağı ve bademyağı gibi yağlarla karıştırmanız tavsiye edilir. Bu karışımla saçlara masaj yaparak yedirin. Yarım saat sonra saçlarınızı yıkayın.
Biberiye yağının ciltte kullanımı nasıl olur?
Geceleri masaj yaparak süreceğiniz yağı cildinize iyice yedirin. Cildinizin bu bölümünü streç ile sararak, üzerine sıcak tutacak bir şeyler giymelisiniz. Sabah üzerini  açarak, ılık bir duş alın. Duşta kese yaparak bölgeyi canlandırın. Buhar banyosu yapmak isteyenler, kaynayan suyun içerisine 10-15 damla koyarak bunu solunabilir.

Biberiye yağının faydaları nelerdir?
  • Yağ cilde masaj olarak uygulandığında selüloit oluşumlarını yok ederek, formda görünmeye yardımcı olur.
  • Baş bölgesine yapılacak masajlar, baş ağrılarını giderecektir. 
  • Cilde sürülecek yağ, romatizmal ağrılardan ve kemik ağrılarından kurtulmayı sağlar.
  • Vücutta bulunan morarmış bölgelere sürüldüğünde iyileşme sağlayacaktır.
  • Saç dökülmelerinden ve kepeklenmeden şikayeti olanlara faydalı olacaktır.
  • Cilde sürüldüğünde kılcal damarlara etki ederek, genç bir görünüme kavuşmanızı sağlayacaktır.
  • Vücuda yapılan masaj sayesinde yorgunluklarınızı alacaktır.
  • Gut hastalığı olanlarda, kandaki ürik asit miktarını düşürür.
  • Astım ve sinüzit rahatsızlıklarında buhar yapılması faydalı olacaktır.
  • Kalbi güçlendirmeye yarar.
  • Unutkanlıkta ve hafızanın güçlendirilmesinde fayda sağlayacaktır.
  • Ciltte bulunan yaraların iyileştirilmesinde etkilidir.
Kaynak: Biberiye.org


4 Haziran 2017 Pazar

Stresin Yol Açtığı Hastalıklar: Stresin Etkileri




Stresin insan üzerindeki etkilerinden bahsetmek istiyoruz. Stresin zararlarını bilin ve stresle mücadele konusunda daha kararlı davranın. İşte stresin sonuçları:
STRESİN ETKİLERİ
Baskı ortadan kalktığında vücudunuz normal durumuna döner. Ama vücudunuz, kendini toplamaya zaman bulamadan sürekli başka bir eyleme hazırlanıyorsa bunun sağlığınız üzerinde zararlı etkileri olabilir.
■ Fazla stresin kısa dönemli belirtileri; bitkinlik, uyku bozuklukları, sinirlilik ve bellek sapmalarıdır.
■ Zaman içinde, bağışıklık sisteminiz en üst düzeyde işlev görmediği için normalden daha fazla öksürdüğünüzü ve soğuk aldığınızı görebilirsiniz.
■ Baş ağrıları ve migren, sırt ağrısı, kalp çarpıntısı, astım, yüksek tansiyon, duyarlı bağırsak sendromu, mide ekşimesi ve hazımsızlık ise bilinen diğer belirtilerdir.
■ Espri anlayışınızı yitirebilir, sekse ilgisizleşebilir ve sinirsel geçişler yaşayabilirsiniz. Sonunda daha fazla devam edemeyeceğinizi hissedebilirsiniz.
Stresin Mide Ve Bağırsak sistemine Olumsuz Etkisi:
Stresin sindirim sistemi üzerindeki etkileri şöyle izah edilir: Beyin ve sindirim sisteminin benzer özellikleri vardır. Çünkü mide ve beyin benzer hormonlar ve sinir sisteminin etkisi altında bulunurlar. Stresin uzaması sindirim bozuklukları, ishal, kabızlık, kramp ağrıları, şişkinlik ,ağrılı yanma şikayetleri görülebilir.
Stresin İrritabl Bağırsak Sendromu ( spastik kolon ), Nonülser Dispepsi ve peptik ülser hastalıklarında zararlı olduğu bilinmektedir.
Stres, aşırı yeme sonucu obeziteye ya da az yeme sonucu aşırı zayıflığa yol açabilir.
Stres ve sıkıntının mide için çok zararlı olduğu bilinmektedir. Aşırı stres tükürük bezlerinin durmasına ya da tükürüğü arttırmasına neden olabilir. Stres midedeki asit salgılarını arttırır, asitlenmeye, bulantıya veya ülsere yol açar. Stresin çok görülen başka bir sonucu da ishaldir. Stresin mide bölgesindeki kasların gerdiği de görülebilir.
Stresin Bağışıklık Sistemine Olumsuz Etkileri :
Stres üzerindeki araştırmalar, stresin bağışıklık sistemini zayıflattığını ve hastalıklara yakalanmayı kolaylaştırdığını göstermiştir.
STRES VE CİLDİNİZ: Stresin cilt üzerindeki etkileri
Uzun süreli stresle ilişkilendirilen birçok fiziksel değişimin, cildiniz üzerinde olumsuz etkileri olabilir.
■ Stres altındayken salgılanan hormonlar, kan damarlarınızın daralmasına dolayısıyla yetersiz kan dolaşımına neden olur. Kan dolaşımının azalması da cildi kuru, pul pul ve tahriş olmaya yatkın duruma getirir.
■ Stres dönemlerinde nefes alışınız değişir, daha hızlı ve zayıf olur. Böylece kan dolaşımınıza taşman oksijen miktarı ve dolayısıyla cildinize giden oksijen azalır. Eğer stres uzun süreliyse cildinizin solgun ve gri, ışıltısını yitirmiş olduğunu görebilir; alın, gözler ve ağız çevresinde gerginliğin yarattığı çizgilerle karşılaşabilirsiniz.
■ Birçok cilt hastalığı, örneğin egzama, sedef hastalığı ve kurdeşen, başlangıçta strese bağlı olarak gelişmese de stres altındayken daha da kötüleşebilir. Bazı insanların cildindeyse stres altındayken lekeler oluşabilir.
Alıntıdır: Kadıngünlüğü.net

3 Haziran 2017 Cumartesi

Düzenli yürüyüş yap, hastalıklardan kurtul!



Günümüzde şehir hayatı yaşayan insanların önemli bir ortak sorunu var: hareketsizlik. Birçoğumuz bunun farkındayız ama zamansızlıktan yakınarak spor yapmayı geçiştiriyor ve sürekli görmezden geliyoruz. Hareketsiz yaşama göre karbonhidrattan oldukça zengin besleniyoruz ve bunun sonucunda da kilomuz gün geçtikçe artıyor.

Kilomuz artmasa bile kaslarımızı yeterince kullanmadığımız için kaslarımız azalıp bel çevremiz genişliyor, yani vücut kompozisyonumuz değişiyor. Oysa hem sağlığımızı hem formumuzu korumanın basit bir formülü var; düzenli ve tempolu yürüyüş yapmak! Ancak yürüyüşün etkili olabilmesi için bazı kurallara mutlaka dikkat edilmesi gerektiğini belirten Acıbadem Beylikdüzü Tıp Merkezi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Özışık, “En önemli kural da; düzenli ve tempolu bir yürüyüş yapmak.” diyor.

Kronik hastalıkların ortak risk faktörü; hareketsizlik!
Kronik hastalıkların ortak risk faktörü olan hareketsizlik Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre dünya üzerinde ölüme neden olan risk faktörleri içinde 4. sırada yer alıyor. Yani dünya üzerindeki ölümlerin yüzde 6’'sı hareketsizlik ve bunun yol açtığı hastalıklar nedeniyle oluyor. Bu verilere göre; iskemik kalp hastalıklarının yüzde 27'sinin, diyabetin yüzde 30'unun, meme ve kolon kanserlerinin yüzde 22'sinin gelişiminde ana faktör hareketsizlik.

Ülkemizde hareketsizlik oranı yüzde 71.9
Ülkemizde de Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması'na göre; hareketsizlik oranımız yüzde 71.9. Yine bakanlık tarafında yapılan Kronik Hastalıklar Risk Faktörleri Araştırması'na göre; kadınların yüzde 87'si erkeklerin de yüzde 77'sinin yeterince fiziksel aktivite yapmadığı tespit edilmiş. Bu kadar hareketsizlik ve dengesiz beslenmenin kaçınılmaz sonucu ise obezite ve bu hastalığın yol açtığı diğer önemli sağlık sorunları.

Hareketsiz bir yaşam ne tür tablolara yol açıyor?
Hareket etmedikçe, kilo almaya başlıyoruz. Kilomuz arttıkça metabolizmamızda birçok sorun ortaya çıkıyor; karaciğerimiz yağlanıyor, insülin direnci ve diyabet hastalığı ortaya çıkıyor. Bunların yanı sıra; hipertansiyon, kalp hastalıkları, meme ve kolon kanseri için de daha yatkın hale geliyoruz. Bu fazladan yükü taşıyan eklemlerimizde de sorunlar ortaya çıkıyor, sosyal ve iş hayatımızda enerjimiz azalıyor, cinsel yaşantımız bozuluyor. Alışverişe gittiğimizde üzerimize uymayan kıyafetleri denedikçe de moralimiz bozuluyor.

Doğru ve etkili yürümenin püf noktaları

Düzenli ve tempolu yürümek şart mı?
“Ben zaten iş yerimde ofis içinde yürüyorum” , “Alışveriş merkezlerinde o vitrin senin bu vitrin benim, haftanın 2-3 günü, 3-4 saat yürüyorum” ya da “Arkadaşlarla haftada bir halı sahada maç yapıyorum” diyerek spor yaptığınızı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Çünkü yürüyüşün etkili olması için düzenli ve ritmik, yani kardiyovasküler egzersiz niteliğinde olması gerekiyor.

Yürürken kalp hızım ne olmalı?
Nasıl yürünülmesi gerektiği konusunda birçok bilimsel veri ve hesaplamalar olsa da, bu durum sizin performansınıza, egzersiz alışkanlığınıza göre çok değişiyor. Genelleme yapılırsa birkaç temel bilgiye sahip olmak gerekiyor. Bunlardan biri; maksimum kalp hızı ve hedef kalp hızımız.

Maksimum kalp hızı: Kişiye göre değişmekle birlikte; 220’den yaşınızı çıkartarak elde edebilirsiniz ve bu egzersiz sırasında ulaşacağınız en yüksek kalp hızınızı ifade eder.

Hedef kalp hızı: Egzersiz süresince korumanız gereken kalp hızınızı belirtir. Örneğin 39 yaşındaysanız, 220-39=181 atım maksimum kalp hızınızdır. Orta şiddette bir egzersiz yaparken hedef kalp hızı maksimum kalp hızınızın yüzde 50-70’i arasında, şiddetli egzersiz yaparken ise yüzde 70- 85 civarında olmalı. Yani uzun süredir egzersiz yapmıyorsanız ve herhangi bir hastalığınız yoksa, yürüyüş yapmaya başlarsanız ilk başta hedeflediğiniz kalp hızı 90 ile 181, yani 126 arasında olmalı.

Haftada kaç gün ne kadar sıklıkta yürümeliyim?
Kalbiniz ortalama 90-126 arasında atarken, haftanın en az 3-4 günü 30 dakika yürümek sizin için ideal bir başlangıç olacaktır. Daha sonrasında kondisyonunuz arttıkça bu süreyi ve hedef kalp hızını arttırabilirsiniz.

Günün hangi saatlerinde yürümemde fayda var?
Yürümeyi sürdürebildiğiniz bir zamanda yürümelisiniz; yani 'aktif olduğunuz zamanda'. Sabah 06.00 da uyanıp işe hazırlanıyorsanız sabah 05.00’de kalkıp yürümek, sürdürülebilmesi biraz zor bir sistem. İşten sonra yürüyün, öğle tatiliniz uygunsa öğle tatilinde yürüyün, yatmadan önce yürüyün ama yeter ki yürüyün.

Düzenli yürümenin vücuduma sağladığı faydalar neler?
Hedef kalp hızınıza ulaştığınızda önce vücudunuz enerji gereksinmesi için karbonhidratları kullanmaya başlar. Daha sonra ise depo yağlardan enerji sağlar. Bu da biriktirdiğiniz bel ve karın bölgesindeki yağların azalmasını sağlar. Ayrıca solunum sisteminiz düzenlenir, vücut kaslarınız ve eklemlerinizle birlikte kalp kasınız güçlenir, damarlarınızın elastikiyeti artar. Bunların yanı sıra serotonin düzeyi artacağı için kendinizi daha mutlu hissedersiniz.

Yürüyüş sırasında ve sonrasında herhangi bir problemle karşılaşmamak için nelere dikkat etmeliyim?
Yemekten hemen sonra veya karnınız çok açken yürümeyin. Çok açken yürüdüğünüzde enerji açığı ortaya çıkabilir ve yürüyüşünüzü gereğinden önce bitirmek zorunda kalabilirsiniz. Yemeğin hemen üstüne yürüdüğünüzde ise sindirim sisteminiz çok aktif olduğundan, dolaşım sisteminiz pompaladığı kanı sindirim sistemine yönlendirir, bu da kalp ve kas dokunuza az kan gönderilmesine neden olabilir. Yürüyüş sırasında vücudunuz ter ve solunum yoluyla sıvı ve vücut için gerekli bazı mineralleri kaybettiği için de mutlaka yeterli miktarda sıvı tüketin.


Alıntıdır: hthayat.com