Translate

28 Aralık 2016 Çarşamba

KAHKAHANIN TEDAVİ EDİCİ ÖZELLİKLERİ





  • Bağışıklık sistemini harekete geçirir
  • Stresle bağlantılı en az dört hormonu azaltır
  • Aerobik gibidir. Diyafram için egzersiz sağlar ve vücudun oksijen kullanma yeteneğini artırır.
  • Kasları gevşetir
  • Ağrılarda uzun süre boyunca önemli oranda azalma sağlar.
  • Tansiyonu düşürür, hipertansiyonu engeller.
  • Ciğerlerin içine çektiği havayı tamamen boşaltarak solunumu geliştirir.
  • Hiçbir olumsuz yan etkisi yoktur
  • Reçetesiz olarak her yerde kolayca bulunur.
  • Bedavadır 
  • Sevgiyle kalın 😊
  • Tülay  Okcu

Alıntıdır: Hal Urban , Olumlu sözcükler etkili sonuçlar ; Elma Yayınevi

14 Aralık 2016 Çarşamba

9. Bölüm

Başta da söylediğim gibi iyileşmek karmaşık bir süreçtir. Salt bedeni ilgilendiriyor gibi görünse de ruh ve beden bir bütündür. Bence beden ne kadar iyi çalışıyorsa çalışsın, ruh rahatsızsa beden de onu takip eder. Yaşadığımız ortam, özel ilişkiler, iş durumumuz ve çevre ruhumuzu hasta edebilir. İnsan bunun farkında olmaz çoğu zaman. Bilinç bu rahatsızlıkları görmezden gelebilir ama bilinçaltı her şeyi kayda alır. Sana rahatsızlık veren durum değişmedikçe bilinçaltı sana,  yani bedenine uyarılar gönderir. Sen bu uyarıları anlamadıkça dozunu artırır. Sonuç olarak bedenin hastalanır ve sen doktora koşarsın. Bana olan da budur.
Ancak bilinçaltı hem çok uyanık hem de çok saftır. Her şeye inanıverir. Yani bilinçaltını kandırmak da bir yerde kolaydır. Düşün bir yaz gününde güneş gözlüklerini evde unutup öğle saatlerinde dışarı çıktın, görebilmek için kaşlarını çatarsın. O saf, iyi niyetli bilinçaltın da sen kaşını çattığın için kötü bir durum olduğunu zannedip stres hormonları salgılar. Ama bunun tersi de oluyor: günün berbat geçiyor ve içinden gelmediği halde gülümsüyorsun durmadan. Gülümsediğine göre bilinçaltın da her şeyin harika olduğunu düşünüp, mutluluk hormonu salgılar. İyileşme sürecinin en önemli parçalarından biri de bilinçaltını hastalık diye bir şeyin olmadığına inandırmak. Bunu nasıl yaptım? Tabi ki az sonra.


Sayfama uğramaya devam edin.
Sevgiyle kalın😊
Tülay Okcu





10 Aralık 2016 Cumartesi

8. Bölüm

Dönüşüm
Bir kaç günüm kendime acıyarak geçiyor. Şimdi ne olacak. Bu durumu böyle kabullenecek miyim? Yok öyle hemen vazgeçmek. Şimdiye kadar neler yaşadım neler ve de  vazgeçmedim. Yapabilirim. İlla ki bir yolu vardır, o yolu sadece bulmam gerek. Yapabilirim !
Araştırmaya başlıyorum. Beden nasıl işler, iyi çalışması için neler gerekli. İlaç sanayi şunun şurasında 100 - 150 yıllık geçmişe sahip. Ama insanoğlu binlerce yıldır çareyi doğada arayıp bulmuştur. Zaten ilaçlar da yeryüzünde var olan maddelerden yapılmıyor muydu? Sonuçta haplar uzaydan dünyaya düşmüyor ya. Doğadaki bitkileri, mineralleri alıp kimyasal sentez ve işlemden geçirip bize ilaç diye satmıyorlar mı?
Kısaca ilaç endüstrisinin tarihine bir göz atalım 
Bildiğimiz anlamda ilacın tarihi aslında şifacılığa, kocakarı ilaçlarına ve Şamanizime dayanır. Eski çağlarda çeşitli otlar kaynatılır veya yakılır, elde edilen sıvılar hastaya tedavi amaçla içirilirdi. Bu otları bilen ve tedavi görevini üstlenen kişi genelde kabilenin şamanı olurdu. Avrupa'da Hiristiyanlık'la beraber bu kişilere şifacı veya cadı da deniliyordu. Bu kişiler bu bilgileri kuşaktan kuşağa aktarırdı.
İlaca dair bilinen ilk kayıt M.Ö. 3000 yılına,  Sümerlere aittir. Adı bilinmeyen bir hekim tarafından ıslak topraktan bir tablete çivi yazısıyla yazılmıştır. Herodot, Mısırlı doktorların ilaçlarını "otlardan elde edilen ve bazen zehirli olabilen maddeler " olarak tanımlar.

8 Aralık 2016 Perşembe

7. Bölüm

Böyle minik zaferler derken yıllar geçti, kızım okula başladı. Ben de rehber olmaya karar verdim desem de inanmayın.  Bir gün can dostum ( o kendini biliyor) geldi ve bakanlık rehberlik kursu açıyor, katılman şart çünkü rehber olman lazım dedi. Ben de yok artık, daha bir iki yıl önce zor yürüyordum, ev işlerini bile ancak tek başına yapabiliyorum, rehberlik benim neyime dedim.  O da "Ben anlamam. Bu kursa katılacaksın. Sana iyi gelir. Hastalığını düşünecek zamanın olmaz. Karar verildi ve konu kapanmıştır" diyerek geldiği gibi gitti. Ve onun sayesinde yapmayı düşünebileceğim en son mesleği yapmaya başladım.... hastalığıma RAĞMEN. 33 yaşında rehber oldum, ağrılarıma, hastalığıma rağmen. Bu hayatta verdiğim en doğru kararlardan birisidir. İlk başta fikri bile çılgınca geliyor. Ağrılarımın kudurduğu zamanlarda kendi başıma giyinip soyunurken bile zorlanan ben, fiziksel olarak bu kadar zorlayıcı olabilecek bir mesleğe girişiyordum. Şu an ağrılardan kurtulmuş bir durumdayken o zamanki deli cesaretime şaşıyorum doğrusu. İnatçı olduğumu söylemiştim zaten. Ama o "yapabilirim" modu insana gayret veriyor veya bir nevi hayat arsızı yapıyor.  Al sana hastalık.. al sana. Bak bunu da yapıyorum işte ... hani beni süründürecektin ...yok öyle...rehber de oldum işte.. al sana.

7 Aralık 2016 Çarşamba

6. Bölüm

Hayata tutunmak
Hayata tutunmak... söylemesi kolay. Ama gerçekte çok zorlu bir süreç. Bir beylik laf daha etmeden duramayacağım:  Karar vermek başarmanın yarısıdır.
Tamam, hayata tutunmaya karar verdim. Çok güzel ve önemli bir adım. Kendimi tebrik etim... ama nasıl olacak bu ? Karar verince hastalığında bir değişiklik olmuyor ki. Ağrılar ve diğer zorluklar aynen yerinde duruyor. Sadece senin algın değişiyor.

Karar vermeden önce ilk düşüncen "Ben hastayım.. şunu yapamam , bunu yapamam ...zaten bir sürü acı çekiyorum. Gündelik hayatımı zor sürdürüyorum. Başka şeylere harcayacak enerjim yok ki" oluyor. Hastalık senin üst kimliğin oluvermiş, haberin bile yok. Sürekli hastalık düşünüyorsun, sürekli hastalığını ve engellerini konuşuyorsun. Hastalık bedenini işgal ettiği gibi bütün benliğini de ele geçirmiş. Bir de bakmışın ki kişiliğine de göz dikmiş. Eskiden neşeli ve sosyal bir kişiliğin varken depresif , kızgın, küskün ve de en önemlisi tahammülsüz biri olup çıkmışsın. Tabi bu durumda sosyal çevre için ne kadar çekici olduğun da tartışılır. Çevrendeki insanlar yavaş yavaş uzaklaşır. Zaten kendinle ve de kendine acımakla öyle meşgul olduğun için, giderek yanlızlaşman çok da umurunda değildir.

6 Aralık 2016 Salı

5. Bölüm

Şimdi yine hikayeme dönelim.
Doktor randevusunda kalmıştık. Üç ay boyunca bekledim bu randevu için. Beklentilerim çok büyüktü, ne de olsa bu doktor Türkiye'nin en iyisi. Beni kesin iyileştirirdi, insan boşuna alanında "en iyisi" olmuyor yani. Kalktık İzmir'den uçağa atladık gittik İstanbul'a.  Doktor sonuçlarıma şöyle bir baktı ve dedi ki " Senin için yapacak hiçbir şeyim yok. Bu hastalıktan ölmeyeceksin ama sürüneceksin hatta ölmeyi dileyeceksin "  Bana ağrı kesici verdi ve yolladı. (Şimdi doktoru savunmak için 1989 yılında gerçekten şimdiki ilaçların olmadığını söylemem gerek). Muayene odasından çıktım. Şok olmuştum. Üç ay bekle ve olanlara bak. Ne diyor bu adam ya...  yapacak bir şey yokmuş. Bu nasıl olur? Daha 25 yaşındayım.. ne demek sürüneceksin, ne demek ölmeyi dileyeceksin. Tabi bunun içindeki iyi bir haber de saklı:  bu hastalık beni öldürmezmiş, sağ olun var olun, içime su serptiniz.  Senelerce kızdım bu doktora benimle böyle konuştuğu için. Şimdi anlıyorum ki hayatımı özetlemiş.
Düşünsenize daha hala isyan ve kızgınlık evresindeyken bunları duyuyorsun. Türkiye'nin en iyisi sana bu işin ucu bucağı, sonu yok diyor. Tabi ki her kızgın ve isyankar hastanın yapacağı gibi doğru depresyon evresine dalarsın. Hem de ne dalmak. 

5 Aralık 2016 Pazartesi

4. Bölüm

 Bir şekilde yas tutmaya benziyor bu durum. Sağlıklı olduğun günlerin yasını tutuyorsun.

Yas tutmanın dört evresi varmış:

1) şok ve inkar
bir hissizlik dönemi diye anlatılır
Doğrudur. O dönem seni ilgilendiren tek şey bedeninin durumu, hatta bütün düşüncelerinin önüne geçiyor. Başka hiçbir şey seni ilgilendirmiyor. Bebeğini seviyorsun tabi ama olduğu kadar. Eşine, diğer sevdiklerine karşı umursamaz bir tavır alıyorsun. Başkalarının sevinç, üzüntü ve endişesine sanki buzlu bir camın arkasından bakıyorsun. İlkel beyinin salt hayatta kalma savaşı veriyor, sürekli teyakkuz hali var. Bu ağrı sistemini tamamen eline geçirmişken sağlıklı düşünemiyorsun. Korkudan ve ızdıraptan beynin uyuşmuş bir halde, duygularla uğraşacak hiç halin yok. Bir yandan da inkar ediyorsun. Yok canım benim başıma gelmez ki. Neden gelsin. Bir hata olmuştur. Dedikleri kadar kötü değildir, onlar ne biliyor ki.

2 Aralık 2016 Cuma

3. Bölüm


3 Bölüm
Kim bu kadın ? Her şey nasıl başladı ?
Bu kadın, yani ben Almanya'da büyüdü. Yaklaşık 1o yaşındayken sedef hastalığına yakalandım. Tıptaki adı Psoriasis. Onun dışında son derece sağlıklıydım hayatım boyunca.  Ailemle 1980'de Türkiye'ye kesin dönüş yaptık. Burada üniversitede eşimle tanıştım, okul bitince evlendik. Bir kaç yıl sonra bebek beklediğimi öğrendim. Hamilelik çok rahat geçti. Buraya kadar çok klasik bir hikaye. Kızım doğdu, sene 1989. Her şey normal giderken doğumdan bir ay sonra inanılmaz bir halsizlik başladı. Hani üşütürsünüz her tarafınız ağrır ya, ben sürekli o haldeyim.  Kızımın doktoruna sordum, çok normal dedi emziriyorsun bak kızın da tosun gibi, bütün bunlar seni halsiz bırakıyor. İtiraz etmedim tabi, doktordan iyi mi bileceğim.

2. Bölüm

2 Bölüm
Şimdi ben iyileşmek iyileşmek diyorum ya, lütfen bundan tıbbı ve doktorları boş verin anlamını da çıkarmayın. Böyle bir anlayış çok tehlikeli sonuçlar doğurur ve haddimi aşmış olurum. Gerekiyorsa, tabi ki doktora gideceksiniz. Tıp konusunda eleştirebileceğim bir sürü konu var tabi ki ve buna ilerde değineceğim. Bana göre en büyük eksik bütün uzmanlık dallarının hepsi insanı bölüm bölüm ele almasıdır. İnsana bir bütün olarak bakmazlar genelde. Ama insan belli bir çevrede yaşar, fiziksel ve toplumsal. Değişik meslekleri ve alışkanlıkları var. Çocukluktan gelen endişeleri korkuları var. Bizi biz yapan o kadar çok etken varken, hekimlik bedenimizin bir bölümünü soyutlayıp ele alır. Göz doktoru göze bakar, kardiyolog da kalbe bakar. Bizler belki bölümlerden oluşuyoruz iskelet, iç organlar, beyin, kas sistemi ve saire. Ama biz bir bütünüz.