Translate

7 Aralık 2016 Çarşamba

6. Bölüm

Hayata tutunmak
Hayata tutunmak... söylemesi kolay. Ama gerçekte çok zorlu bir süreç. Bir beylik laf daha etmeden duramayacağım:  Karar vermek başarmanın yarısıdır.
Tamam, hayata tutunmaya karar verdim. Çok güzel ve önemli bir adım. Kendimi tebrik etim... ama nasıl olacak bu ? Karar verince hastalığında bir değişiklik olmuyor ki. Ağrılar ve diğer zorluklar aynen yerinde duruyor. Sadece senin algın değişiyor.

Karar vermeden önce ilk düşüncen "Ben hastayım.. şunu yapamam , bunu yapamam ...zaten bir sürü acı çekiyorum. Gündelik hayatımı zor sürdürüyorum. Başka şeylere harcayacak enerjim yok ki" oluyor. Hastalık senin üst kimliğin oluvermiş, haberin bile yok. Sürekli hastalık düşünüyorsun, sürekli hastalığını ve engellerini konuşuyorsun. Hastalık bedenini işgal ettiği gibi bütün benliğini de ele geçirmiş. Bir de bakmışın ki kişiliğine de göz dikmiş. Eskiden neşeli ve sosyal bir kişiliğin varken depresif , kızgın, küskün ve de en önemlisi tahammülsüz biri olup çıkmışsın. Tabi bu durumda sosyal çevre için ne kadar çekici olduğun da tartışılır. Çevrendeki insanlar yavaş yavaş uzaklaşır. Zaten kendinle ve de kendine acımakla öyle meşgul olduğun için, giderek yanlızlaşman çok da umurunda değildir.

Bana göre hayat böyle geçemezdi. Bir şeyler yapmalıydım. Ve o günlerde RAĞMEN sözcüğünü keşfettim. Hastalığıma RAĞMEN ne yapabilirim?  Bedenimin engellerine RAĞMEN neler yapabilirim?
Dedim ya karar vermek başarmanın yarısıdır diye. Kararını verdin, hayata hastalığına rağmen tutunacaksın. Harika. Sanırım her şeyden önce inatçı olmalısın ve de sabırlı. Şu an olmuyor mu?  İnat edeceksin, sabırla tekrar tekrar deneyeceksin oldurana kadar. İngilizcede bir deyim vardır  "baby steps" diye.... bebek adımları. Bir günde radikal değişim olmaz ki. Minik adımlar, ufak değişiklikler.
Benim için bu ilk adım evi ve kullandığım eşyaları yeni durumuma göre ayarlayıp, düzenlemek oldu. Malum ellerim pek tutmuyordu, eşyaları kavrayamıyordum. Kollarım pek kalkmıyordu, ağır kaldırıp, taşıyamıyordum. Alçak kanepelerden yardımsız zor kalkıyordum vs. Beni zorlayan ve engelleyen şeyleri değiştirdim kısaca. Kavanoz açacakları aldım. Kalın kauçuk saplı bıçaklar buldum. Kanepelerin ayaklarını yükselttim. Giymesi kolay ayakkabılar, giysiler aldım. Daha bir sürü değişiklik yaptım. Eşya aldığımda kullanım açısından bana ne gibi zorluk çıkarır diye inceleyip öyle karar veriyorum artık. Ama şunu gördüm ki, etrafında sana engel teşkil eden şeyleri azalttıkça, kendi engellerin sana daha önemsiz görünmeye başlıyor. Ve de en önemlisi bir başkasının yardımına muhtaç olmadan yapabildiğin en ufak şeyin verdiği özgürlük hissi ve de mutluluk hissi paha biçilemez. Sağlıklı biri gider o kavanozu açar hiç düşünmeden. Ama ben bir kavanozu açtığımda sanki Himalaya dağlarının zirvesine tırmanmayı başarmış gibi mutlu oluyorum. Bir de baktım ki her gün bu hastalığa karşı minik minik zaferler kazanıyorum. Bir anda ruh halim değişti ve başladım hastalığıma meydan okumaya: "Hani beni süründürecektin adi hastalık, hani kavanoz filan açamayacaktım. Açtım işte, al sana. Görürsün sen, daha yeni başlıyorum. Ben daha ölmedim. Daha neler yapacağım sana neler." Hani bungee jumping, paraşütle yamaçtan atlayanlarda adrenalin bağımlılığı gelişir ya ben de minik zaferler bağımlılığı başladı. Şunu başarabiliyorsam bunu da başarabilirim moduna geçtim. "YAPABİLİRİM" moduna geçmek candır.

YAPABİLİRİM
Yapabilirim işte var mı bir diyeceğin. Yapabilirim. Buna bir kere inanmaya başladın mı arkası çorap söküğü gibi geliyor. Yeni bir engel çıkıyor karşına, önemli değil çünkü: "yapabilirim". Olmuyor mu, tekrar dene. Bir yolu elbet vardır. Şu an o yolu bulamıyorsun belki, bir daha düşün, sabırlı ol, tekrar dene. İlla ki bir yolu, bir yöntemi vardır. Yapabilirim. Böyle diye diye kendime inandım. Sonunda evde ve gündelik hayatta neredeyse tüm işlerimi yardımsız yapabiliyorum....yeniden.
Bir de bu "yapabilirim" moduna geçince harika bir şey oluyor. Önceleri fark etmiyorsun. Sonra birden dank ediyor. Şunu da yapayım bunu da yapayım derken hastalığını daha az düşünür daha az konuşur oluyorsun. Bunun da müthiş bir yan etkisi var: normal, yani hastalık öncesi, kişiliğine kavuşuyorsun yavaş yavaş. Tabiri caizse fabrika ayarlarına dönüyorsun. Hastalığına ayıracak zaman azalınca o da önceliğini yitiriyor. Yapacak, başaracak onca şey varken hastalığın/ ağrıların seni yavaşlatmaya çalışırsa onu hizaya sokmaya başladığını fark ediyorsun:  " Ey hastalık, tamam anladık doğan gereği bana ağrı vermen gerekiyor belki, ama inan bana şu an hiç mi hiç sırası değil. Çok işim var benim. Hadi canım bir rahat dur " Ve hastalık haddini bilmeyi öğreniyor. Ya da sana öyle geliyor.
Yani işin özü, birlikte yaşamayı öğreniyorsun. Hani herkesin ailesinde illet bir akrabası vardır ya, herkesi sinir eden, illallah dedirten. Ama atsan atılmaz, satsan satılmaz, çünkü senin bir parçan. Hastalıkla birlikte yaşamak işte öyle bir şey.

Sevgiyle kalın 
Tülay Okcu 😊 
T


2 yorum:

  1. Senin hastalık hikayeni yakından bilen bir arkadaşın olarak şunu söyleyebilirim; seninki gerçek bir başarı öyküsü. Bunca zorluğun üstesinden gelmek hiç kolay olmadı biliyorum ama kazanan sen oldun. Hayat ne olursa olsun çok güzel. Ayrıca bu örnek davranışından dolayı da seni tebrik ediyorum, başka hastalara da umut oluyorsun. Bugün ve herdaim sevgiyle kal.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim. insanın etrafında sevgi dolu insanların olması hayatı daha bir yaşanır kılıyor ve insana gayret veriyor

      Sil