Bir
şekilde yas tutmaya benziyor bu durum. Sağlıklı olduğun günlerin yasını
tutuyorsun.
Yas tutmanın
dört evresi varmış:
1) şok ve
inkar
bir
hissizlik dönemi diye anlatılır
Doğrudur. O
dönem seni ilgilendiren tek şey bedeninin durumu, hatta bütün düşüncelerinin önüne
geçiyor. Başka hiçbir şey seni ilgilendirmiyor. Bebeğini seviyorsun tabi ama
olduğu kadar. Eşine, diğer sevdiklerine karşı umursamaz bir tavır alıyorsun.
Başkalarının sevinç, üzüntü ve endişesine sanki buzlu bir camın arkasından
bakıyorsun. İlkel beyinin salt hayatta kalma savaşı veriyor, sürekli teyakkuz hali
var. Bu ağrı sistemini tamamen eline geçirmişken sağlıklı düşünemiyorsun. Korkudan
ve ızdıraptan beynin uyuşmuş bir halde, duygularla uğraşacak hiç halin yok. Bir
yandan da inkar ediyorsun. Yok canım benim başıma gelmez ki. Neden gelsin. Bir
hata olmuştur. Dedikleri kadar kötü değildir, onlar ne biliyor ki.
2) Kızgınlık
ve İsyan
Evet, çok
ama çok kızıyorsun. Bu neden benim başıma geliyor? Bunu hak edecek ne yapmış olabilirim? Bedenim bana bunu neden yapıyor? Hayat mı bu
diyorsun. Kımıldayacak halin yok ama işler seni bekliyor. Sağlıklı insanların
düşünmeden yapabildiği her şey senin
için aşılması gereken bir engel oluvermiş kısa sürede. Ellerin tutmuyor doğru
dürüst, yürümekte zorlanıyorsun. Kavanozu açamıyorsun ve bunun için komşuya gidiyorsun.
Giyinip soyunmak; tuvalette donunu yukarıya çekmek, kaynar çaydanlıktan bir
bardak çay koymak; buz dolabından tencere çıkarmak; saçını taramak; dişini
fırçalamak; kapıyı açmak her şey ama her şey senin için aşılması gereken bir
engel. Bakkala gidip gelmek 5 dakikalık
işken yavaş yürüdüğün için yarım saatini alıyor. Düşünün hiç hareket etmeyince zaten korkunç
ağrı içindesin, ama tuvalet, yemek ve öz bakım gibi temel ihtiyaçlarını
karşılamak zorundasın. Ama her hareketin ağrını ikiye katladığını bilince o
hareketlerden de korkmaya başlıyorsun. Günlük
işleri kotarmak için olağanüstü çaba sarf ediyorsun. Sanki piramitleri tek
başına inşa etmiş gibi yorgunsun ama gerçekte sadece bir kap yemek pişirip
bakkala gitmişsin. İnsan buna isyan etmeyip de ne yapsın. Bütün günün kızgın
geçiyor. Kendi çaresizliğine kızıyorsun. Bedenine kızıyorsun, seni bu hale
düşürdüğü için. Kızıyor da kızıyorsun...
3) Depresyon
Kendini
boşlukta gibi hissediyorsun, çünkü çektiklerini sen çekiyorsun , tek başına. Kendini
çok yalnız hissediyorsun. Kimse seni anlayamıyor. Zaten bütün gücünü günlük
işler ya da salt var olma çabası tükettiği için, dışarı çıkıp sosyal çevrenle
ilgilenemiyorsun, onlardan uzaklaşıyorsun. Dünya'da neler olmuş, arkadaşların
sevdiklerin ne alemde olduğu umurunda değil. Zaten sen bu kadar kötü durumdayken
dünya hala nasıl döndüğüne şaşıyorsun. Senin gözünde hayat bitmiştir. Sadece
çile dolduruyorsun.
4)
Kabullenme
Ah keşke bir
sihirli değneğim olsa da bütün yas tutanları hemen bu evreye
ışınlayabilsem. Kabul etme evresi
candır. Aklın başına geliyor. Ben ne yapıyorum ya diyorsun. Sadece bir kere
yaşıyorum. Kendime hayatı zehir etmek niye. Şöyle bir silkeleniyorsun. Hani çok
klişe laf vardır ya "hayat sana limon veriyorsa limonata yap" diye
öğüt verir, onu yapıyorsun. Madem durum bu, o halde bu rahatsızlığa rağmen ne
yapabilirim; madem bu rahatsızlık benim parçam ve öngörülen sonu yok mümkün
olduğunca normal bir hayat yaşayabilmek için neler değiştirmem gerek diye
düşünmeye başlıyorsun.
Ama tabi ki
bunların cevabı az sonra. Şimdi yine hikayeme dönelim.
Sevgiyle kalın 😊
Tülay Okcu
Sevgiyle kalın 😊
Tülay Okcu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder