Şimdi yine
hikayeme dönelim.
Doktor
randevusunda kalmıştık. Üç ay boyunca bekledim bu randevu için. Beklentilerim
çok büyüktü, ne de olsa bu doktor Türkiye'nin en iyisi. Beni kesin
iyileştirirdi, insan boşuna alanında "en iyisi" olmuyor yani. Kalktık
İzmir'den uçağa atladık gittik İstanbul'a.
Doktor sonuçlarıma şöyle bir baktı ve dedi ki " Senin için yapacak
hiçbir şeyim yok. Bu hastalıktan ölmeyeceksin ama sürüneceksin hatta ölmeyi
dileyeceksin " Bana ağrı kesici
verdi ve yolladı. (Şimdi doktoru savunmak için 1989 yılında gerçekten şimdiki
ilaçların olmadığını söylemem gerek). Muayene odasından çıktım. Şok olmuştum. Üç
ay bekle ve olanlara bak. Ne diyor bu adam ya... yapacak bir şey yokmuş. Bu nasıl olur? Daha
25 yaşındayım.. ne demek sürüneceksin, ne demek ölmeyi dileyeceksin. Tabi bunun
içindeki iyi bir haber de saklı: bu hastalık
beni öldürmezmiş, sağ olun var olun, içime su serptiniz. Senelerce kızdım bu doktora benimle böyle
konuştuğu için. Şimdi anlıyorum ki hayatımı özetlemiş.
Düşünsenize
daha hala isyan ve kızgınlık evresindeyken bunları duyuyorsun. Türkiye'nin en
iyisi sana bu işin ucu bucağı, sonu yok diyor. Tabi ki her kızgın ve isyankar hastanın
yapacağı gibi doğru depresyon evresine dalarsın. Hem de ne dalmak.
Depresyonumu
hakkıyla yaşarken kızım bir yandan büyüyor. Bir gün kızıma baktım ve bir anda
bir değişim oldu bende. Resmen gözümün önündeki ve de ruhumu kaplayan perde
kalktı. Bu çocuğun ne günahı var dedim. O dünyaya gelmeyi kendi istemedi ki, ben istediğim için burada ve her şeyin en
iyisini hak ediyor. İşte o an kararımı verdim, elimden geldiğince
"normal" ve de "fonksiyonel" bir anne olmalıydım.
Yol ayrımı
Bir anda
kendimi yol ayrımında buluverdim. İki seçenek vardı önümde
1) Teslim ol
Ağrılarıma ve hastalığıma teslim olacağım. Bir kenarda
hiç kalkmadan yatacağım. Ağrılarım o kadar korkunç ki sadece kafamın derisi
acımıyor. Onun dışında etim kemiğim kaslarım hiç ara vermeden her yerim
ağrıyor.... her gün her saat her dakika.
24 saat 365 gün aralıksız ağrı. Aldığım her nefes sanki milyonlarca iğne
yolluyor bedenimin her yanına. Giyinmek, oturduğun yerden kalkmak dişimi
fırçalamak bir işkence. Kendimi tekrar ettiğimin farkındayım ama daha iyi
anlayabilmeniz için gerekli bu.
Sadece
ruhumu rahatlatmak için kendimi öldürme fantezileri kuruyorum. Hep değişik
değişik senaryolar. Hani artık dayanamazsam
ölüm beni kurtarır düşüncesi bana teselli oluyor. Ne de olsa Türkiye'nin
en iyi doktoru bana bunun sonunun olmadığını açık açık söyledi. Ölürsem ağrılar
da biter ve game over. Ölüm paklar
beni... bu düşünceler nedense bana hep devam etme gücü vermişti. Diyelim ki
artık dayanamaz hale geldin ve kendini öldürdün, hastalığa kendince çalım
attın... ama önemli bir konu var ortada: kızıma ne olacak? Doğduğu andan beri tek
bildiği acıların kadını timsali yarı fonksiyonel bir anne. Bu yeterince büyük
bir ceza değilmiş gibi, bir de intihar etmiş bir annenin travmasını da mı
yükleyeceğim onun küçücük omuzlarına...
imkansız. O halde # diren Tülay.
2) İlla ki
bir yol vardır
Diğer
seçenek hiç ama hiç kolay değil. Şimdi böyle bir kenarda yatarak ömür mü geçer?
Geçmez tabi ki. Hadi kenarda yatmayı tercih ettin diyelim, bu durum seni başka
insana bağımlı kılar. Doktor bundan ölmeyeceğini söylemişti. Kim bilir kaç yıl
yaşayacaksın. Kim bilir kaç yıl başkasına bağımlı kalmayı kabul ediyorsun.
Bakalım o başkası da kabul ediyor mu bunu? Şimdi ayağını kırsan, alçıya alırlar. 4-5
hafta çevrendeki herkes, çocuğun ve eşin
sana özenle bakarlar. Ama bu süre 20 - 30 yıl olsa durum aynı mı olur? Hiç
sanmam. Bana göre merhametin de empatinin de bir son kullanma tarihi vardır. Sonsuza
kadar başkalarının merhametine güvenemezsin bence. Bu nedenle tek geçerli yol
mümkün olduğunca fonksiyonel halde kalmaktır. Hayata tutunmak gerek. Sen hayata
tutundukça hayat da sana tutunur.
Sevgiyle kalın 😊
Tülay Okcu
Tülay Okcu
Hayatın sınavı her zaman çoktan seçmeli değil :(
YanıtlaSilBravo güçlü kadın